Üniversitemiz ev sahipliğinde düzenlenen “Travma ve Aile Sempozyumu“nun ikinci günü, travma konusundaki güncel bilimsel yaklaşımların paylaşıldığı oturumlarla tamamlandı. Canik Kampüsü 100. Yıl Konferans Salonu’nda düzenlenen etkinliğin ikinci gününde, travma ile aile ilişkileri alanında uzman akademisyenler ve profesyoneller tarafından konu tüm boyut ve katmanlarıyla irdelendi.
İkinci günün ilk bölümünde Dr. Hacer Çetinkaya Çelebi’nin takdimiyle gerçekleştirilen konferansta Prof. Dr. Erdinç Öztürk, “Dissoanaliz Kuramı ve Disfonksiyonel Aile Dinamikleri” konusunda kapsamlı bir sunum gerçekleştirdi. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Adli Tıp ve Adli Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Başkanı ve Psikotravmatoloji ve Psikotarih Araştırmaları Birimi’nin kurucusu olan Öztürk, bireysel ve toplumsal travmaların aile dinamikleri üzerindeki etkilerini paradigmatik bir yöntemle analiz etti.
Dissoanaliz Kuramı ve Travmanın Yansımaları
Öztürk, geliştirdiği Dissoanaliz Kuramı çerçevesinde travmanın etkilerini anlatırken, “Herkes travmatizedir, ancak travmalarını nötralize edemeyenler istismarcıya dönüşür.” ifadesini kullandı. Travmanın toplumsal boyutuna dikkat çekerken, “Travmatik süreç sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsaldır. Saldırgan ve kurban ilişkisi, tepki görmeyen kötülük nesilleri etkiler ve kamu vicdanını yaralar.” dedi. Prof. Dr. Öztürk, modern toplumun yeni travması olarak tanımladığı siber dissosiyasyon kavramını : “Birey, siber kimliğine dönüşerek gerçek kendisinden uzaklaşır. İnternette kontrolsüz geçirilen saatler, bireyi hedonist, taklitçi ve itaatkar hale getirir.” ifadesiyle açıklarken çözüm olarak günde en fazla 1-1,5 saat internet kullanımını önerdi.
Çözüm Önerileri: Kendileşme ve Doğal Ebeveynlik
Travmalardan kurtulma yolunu “kendileşme” kavramıyla açıklayan Öztürk, aile dinamiklerini iyileştirmek için “Doğal ve Rehber Ebeveynlik Stili”ni önererek: “Duyarlı, spontan, empatik ve stabil ebeveynler, fonksiyonel bir nesil yaratır.” diye konuştu. Toplumsal felaketlerin temelinde çocuk istismarının yattığını vurgulayan Öztürk, “Çocukluk travmaları, savaş ve terörü daha kabul edilebilir bir şiddete dönüştürme eğilimindedir. Bu eğilim devam ederse, daha fazla savaşa maruz kalacağız.” uyarısında bulundu. Prof. Öztürk Üretkenliğin önemine değinirken: “Mesleğinizi sevmek, kendinizi ve ülkenizi sevmektir. Üretmek, en temel psikotoplumsal misyondur.” dedi. Özellikle aile içi travmatik yaşantıların disosiyatif bozuklukların gelişimindeki rolüne dikkat çeken Öztürk, dissoanalitik yaklaşımın aile terapisindeki uygulamalarını vaka örnekleriyle zenginleştirdi.
Travma Sonrası Büyüme, Travmaya Maruz Kalan Çocuklara Yönelik Psiko-Eğitim Programı
Sempozyumun devamında Dr. Kübra Yılmaztürk Yıldırım moderatörlüğünde “Travmaya Müdahale” başlıklı oturum gerçekleştirildi. Bu oturumda Ondokuz Mayıs Üniversitesi PDR Bölümü’nden Prof. Dr. Seher Balcı Çelik, “Travma Sonrası Büyüme, Travmaya Maruz Kalan Çocuklara Yönelik Psiko-Eğitim Programı” konulu sunumunda travmanın sadece olumsuz etkilerine odaklanmak yerine, travma sonrası büyüme kavramını ve bu süreci destekleyen faktörleri ele aldı. Çelik, geliştirdiği psiko-eğitim programının içeriğini ve uygulama sonuçlarını aktararak, travma sonrası büyümeyi destekleyen müdahalelerin etkinliğini vurguladı. Prof. Dr. Seher Balcı Çelik sunumunda: “Travma sonrası gelişim yapısı, travmatik olaylardan kurtulanların sadece travmalardan iyileşmekle kalmayıp, travmaları nedeniyle aslında daha güçlü, daha azimli ve daha dirençli insanlara dönüşebileceklerini öne sürmektedir.” dedi. Çelik, travma sonrası gelişimin beş farklı alanda görülebildiğini belirterek, “Bu olumlu değişim tipik olarak yaşamda yeni fırsatlar veya olasılıklar duygusu, başkalarıyla gelişmiş ilişkiler, artan zihinsel ve/veya duygusal güç, genel olarak yaşam için daha fazla takdir ve manevi derinleşme alanlarında kendini gösterir.” şeklinde konuştu. Programın pozitif psikoterapi temelleri üzerine kurulduğunu vurgulayan Çelik: “Pozitif Psikoterapi, mevcut pek çok psikoterapi tekniği gibi temeline hastalıkları ve semptomları almak yerine, bireyin gelişimine olanak sağlayacak ve sahip olduğu kapasiteleri kullanmaktadır.” ifadelerine yer verdi.
Travmada Beden Temelli Çalışma
Aynı oturumda Klinik Psikolog Dr. Necla Afyonkale Talay, “Travmada Beden Temelli Çalışma” başlıklı sunumunda travmatik deneyimlerin beden üzerindeki etkilerini ve beden odaklı terapi yaklaşımlarının travma tedavisindeki yerini anlattı. Talay, travmatik yaşantıların bedende nasıl depolandığını ve bedensel farkındalık çalışmalarının travma tedavisindeki rolünü güncel araştırma bulguları ışığında değerlendirdi. Dr. Talay konuşmasının başında travmanın bedendeki izlerine dikkat çekerek: “Travma en derin izlerini bedende bırakır. Ancak geleneksel terapötik modeller, genellikle bunu göz ardı etmiştir.” dedi. Bedenin güvenlik hissinin bilgi işleme süreçleriyle ilişkisine değinen Talay: “Bedenimiz kendini güvende hissettiği sürece beynimiz yeni bilgileri almaya ve yeni gerçeklikler inşa etmeye devam edecek. Fakat travmaya takılıp kalırsak eğer, yeni bilgileri alma yeteneğimiz kaybolacak. Dahası eski gerçeklikleri yeniden ve tekrar tekrar inşa etmeyi sürdüreceğiz.” ifadelerini kullandı. Sunumda insan beyninin üçlü yapısı, tolerans penceresi ve bilgi işleme süreçleri hakkında ayrıntılı bilgiler veren Dr. Talay, travma durumunda “yukarıdan aşağıya” yerine “aşağıdan yukarıya” işlemleme sisteminin devreye girdiğini belirtti. Talay: “Travmayla ilintili uyaranlar karşısında tetiklendiğinde bireyde ‘yanlış alarm’ devreye girer. Amigdala alarmı çalar, sempatik uyarılma artar, bilişsel işlemleme engellenir ve mevcutta acil/gerçek bir tehlike olmamasına karşın çoğu zaman bunun farkında olmayarak tehlike altındaymış gibi tepki verir.” diyerek travmatik tepkilerin nörobiyolojik temellerini açıkladı. Dr. Talay, travma tedavisinde etkili bir yaklaşım olan Sensorimotor Psikoterapi hakkında da bilgiler vererek: “Sensorimotor Psikoterapi, bilişsel ve duygusal yaklaşımları, sözel ve fiziksel müdahaleleri harmanlayan, bedene yönelik bir terapi yöntemidir. Olumsuz deneyimin zihin ve beden üzerindeki psikolojik etkilerinin yanı sıra fiziksel etkilerini de ele alarak, iyileşmeyi sağlayan, derin, etkili ve eklektik bir yaklaşım sunar.” açıklamasında bulundu.
Çocuklarda Ölüm ve Yas Tepkisi
Oturumun bir diğer konuşmacısı Psikolog Dr. Şükriye Varol, “Çocuklarda Ölüm ve Yas Tepkisi” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Sempozyumda çocukların ölüm kavramını algılayışı ve yas süreçlerine ilişkin detaylı bilgiler veren Dr. Varol, farklı yaş gruplarındaki çocuklara ölümün nasıl anlatılması gerektiği konusunda katılımcıları bilgilendirdi. Sunumunun başında ölümün doğasına dikkat çeken Dr. Varol: “Ölüm bütün canlılar için kesin bir son’dur, yaşamın bitişidir ve geri dönüşü olmayan bir olgudur. Yetişkinlerin bile büyük tepkiler gösterdiği bu son, çocuklarda da farklı düzey ve şekillerde yas tepkilerinin ortaya çıkmasına ve uyumlarının bozulmasına neden olabilmektedir.” ifadelerini kullandı. Dr. Varol, çocukların ölüm kavramını anlayabilmesi için dört temel konuyu kavramaları gerektiğini belirterek: “Kesinlik, önlenemezlik, beden işlevlerinin sona ermesi ve evrensellik/olağanlık. Ölümün geri dönüşü yoktur, ölen kişi hayata geri döndürülemez. Bütün canlılar bir gün ölecektir, ölümden kaçış yoktur.” dedi. Sempozyumda, yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da yas tepkisinin beş aşamada oluştuğunu belirten Dr. Varol: “Şok ve inkar, öfkelenme ve isyan, depresyon, deneme, alışma ve ileriye yönelme şeklinde sıralanabilecek bu aşamaları her çocuk yaşayabilir ancak her çocuk bu aşamalardan belli bir süre ve sıra ile geçmez.” diye konuştu. Çocuklarda sık rastlanan yas tepkilerini de detaylandıran Varol: “Yaşça küçük davranma, ölen yakınının davranışlarını taklit etmek, gündelik faaliyetlerle ilgilenmemek, uyku problemleri, kabuslar, öfke ve dışa vurma, kaygı ve korku, üzüntü, özlem gibi davranışların yanı sıra baş ağrıları, karın ağrıları, kas gerginlikleri gibi bedensel belirtiler de gözlemlenebilir.” dedi. Dr. Varol sunumunda, çocuğun yaş ve gelişim düzeyine göre ölüm algısının değiştiğini vurgulayarak, farklı yaş gruplarına yönelik öneriler sundu. “Çocuğun ölüm kavramı ya hep ya hiç şeklinde değil, parça parça, basit fikirlerden karmaşığa, somuttan soyuta doğru gelişir.” diyen Dr. Varol, 0-3 yaş, 3-6 yaş, 6-9 yaş ve ergenlik dönemindeki çocukların ölüm kavramını anlama düzeyleri ve bu dönemlerde neler yapılabileceğine ilişkin detaylı bilgiler verdi.
Afetler ve Psikolojik Travmalar
Oturumun son konuşmacısı Türk Psikologlar Derneği Samsun Şubesi’nden Uzm. Psikolog Erdoğan Buhurci, “Afetler ve Psikolojik Travmalar” konulu sunumunda doğal afetlerin psikolojik etkilerini ve afet sonrası psikolojik ilk yardım yaklaşımlarını ele aldı. Buhurci, afet sonrası toplumsal travmanın evrelerini ve her evreye özgü müdahale stratejilerini bilimsel verilerle destekleyerek aktardı. Buhurci sunumunda, afetleri doğal (deprem, sel, yangın) ve insan kaynaklı (savaş, göç, endüstriyel kazalar) olarak sınıflandırdı. Afetlere maruz kalanları; doğrudan etkilenenler, yakınlarını kaybedenler, mal varlığını kaybedenler, arama kurtarma ekipleri, görgü tanıkları ve “gizli afetzedeler” olarak gruplandıran Buhurci, afet sonrası risk gruplarını da açıklayarak; kadınlar, bekar/dul/boşanmış kişiler, çocuklar, yaşlılar, azınlık üyeleri, düşük sosyo-ekonomik düzeyde yaşayanlar, düşük eğitim düzeyine sahip olanlar, psikiyatrik hastalık öyküsü bulunanlar, çocukluk çağı travması yaşayanlar ve içe dönüklük gibi belirli kişilik özelliklerine sahip bireylerin afetlerden psikolojik olarak daha fazla etkilenme riski taşıdığı ortaya koydu. Travmanın psikolojik tanımını yaparak, afetlerin neden travmatik olduğunu analiz ederek, afetlerin bireysel etkilerinin bilişsel, duygusal, davranışsal, fiziksel ve ruhsal boyutlarda görülebileceğini, toplumsal etkilerin ise kolektif yas, belirsizlik ve kaos şeklinde ortaya çıkabileceğini belirten Psikolog Buhurci, travma sonrası müdahale modellerinden Judith Herman’ın üç aşamalı travma tedavisi ile Bessel van der Kolk’un bedensel farkındalık yaklaşımını aktardı. Travma tedavisinde kullanılan Bilişsel Davranışçı Terapi, EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) ve farmakolojik tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren Buhurci, psikologların sahadaki rolünün önemini de gözler önüne serdi.
Sempozyum kapsamında ayrıca Dr. Özge Ünal Koçaslan’ın takdimiyle Mersin Üniversitesi’nden Dr. Emre Han Alpay’ın “Travma Sonrası Stres Uyum mu Hastalık mı?” başlıklı çevrimiçi konferansı gerçekleştirildi. Alpay, travma sonrası stres tepkilerinin evrimsel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, bu tepkilerin hayatta kalma açısından adaptif yönlerini ve hangi durumlarda patolojik bir hal alabileceğini tartıştı.
Sempozyum, üniversitemiz Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkez Müdürü Dr. Kübra Yılmaztürk Yıldırım‘ın yönettiği geri bildirim ve kapanış oturumuyla sona erdi. Yıldırım, kapanış konuşmasında sempozyumun amacına ulaştığını belirterek: “İki gün boyunca travma ve aile konusunu çok boyutlu bir şekilde ele aldık. Akademisyenlerimiz, sahada çalışan uzmanlarımız ve öğrencilerimizin bir araya gelerek bilgi ve deneyimlerini paylaşmaları, bu alanda çalışacak profesyonellerin yetişmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Üniversitemiz, toplumsal sorunlara duyarlı yaklaşımıyla bu tür bilimsel etkinliklere ev sahipliği yapmaya devam edecektir. Başta Rektörümüz Prof. Dr. Mahmut Aydın olmak üzere sempozyumun hazırlanma sürecinde emeği olan tüm hocalarımıza ve öğrencilerimize teşekkür ederim.” dedi.
Sempozyuma katılan uzmanlar ve öğrenciler, etkinliğin travma ve aile konusundaki güncel bilimsel yaklaşımları öğrenmek ve mesleki uygulamalara aktarmak açısından son derece faydalı olduğunu ifade ettiler. Kapanış oturumunda yapılan değerlendirmelerde, sempozyumda sunulan bilgilerin sahada çalışan uzmanlara rehberlik edeceği ve travma mağdurlarına sunulan hizmetlerin kalitesinin artırılmasına katkı sağlayacağı vurgulandı.
2 gün boyunca yoğun bilimsel içeriği ile devam eden “Travma ve Aile Sempozyumu” katılımcıların interaktif sorularının yanıtlanmasının ardından hatıra fotoğrafı çekimi ile sona erdi.