SAMÜ’de Yayıncılık ve Çeviri Sempozyumu Gerçekleştirildi

Samsun Üniversitesi’nde edebiyatın ve edebî metnin çevresinde yer alan, onu belirleyen, onun uğraklarından olan ancak nispeten daha az düşünülen alan olan yayıncılık ve çeviri konularını kapsayan “Metnin Uğrakları: Yayıncılık ve Çeviri” başlıklı bir sempozyum gerçekleştirildi. Samsun Üniversitesi   Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile Düşünce ve Sanat Merkezi (DÜSAM) işbirliği ile online platform üzerinden düzenlenen sempozyum iki ayrı panelden oluştu.

 “Metnin Uğrakları: Yayıncılık ve Çeviri” başlıklı sempozyumun ilk paneli olan “Yayıncılık” Kaan Kurt’un moderatörlüğünde Müge Gürsoy Sökmen’in “Bağımsız Yayıncılık Niye Gerekli?” başlıklı konuşmasıyla başladı. Pek çok açıdan kuşatma altında olduğumuz günlerden geçtiğimizi vurgulayarak sözlerine başlayan Müge Gürsoy Anlı, bu durumdan kurtulabilmek için dünyada canlı cansız tüm varlıklarla birlikte yaşamanın yollarını aramamız gerektiğini ve bu arayışın yolunun kuşkusuz basın yayın hattından geçtiğini ifade etti. Yayıncılığın bu arayış için en uygun mecra olduğunu söyleyerek sözlerine devam eden Anlı, “Burada özellikle bağımsız yayıncılar diye adlandırdığımız bir kesimi kastediyorum.” dedi. Bağımsız yayıncılıktan neyi kastettiğini, yayıncılığın Türkiye’de ve dünyada geçirdiği dönemleri açıklayan Müge Gürsoy Anlı, “Türkiye yayın sektörü, üretilen başlık çeşidi ve üretilen kitap sayısı açısından son yıllarda dünya sıralamasında ilk onda, ancak bu nispeten iyimser tabloya rağmen çok ciddi sorunlarımız sürüyor ve son dönemde bu sorunlara yenileri eklendi.” diyerek sözlerine devam etti ve her şeye rağmen yayın sektörümüzün yayıncıların fail olarak davranma gücüne sahip olduğunu ifade etti. Büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz bugünlerde dünyanın yok olup gitmemesi için özgür ve adil düşünceye yer açılması gerektiğini, okumamız, araştırmamız, tartışmamız ve dayanışmamız gerektiğini hatırlattı. Bağımsız yayıncılığın da bunu sağlamak için önemli mecralardan biri olduğunu tekrar vurguladı.

Panelin ikinci konuşmasını “Çeviriyle Kapanmayan Boşluk” başlıklı konuşmasıyla Selim Karlıtekin yaptı. “Bugün konuşmak istediğim konu basılan kitabın sorumluluğunu taşımak meselesi.” diyerek sözlerine başlayan Karlıtekin, “Bu sadece yayıncılarla biten bir mesele değil. Aslında genel olarak kamunun bir meselesi. Türkiye’de üretilen kitapların ortalama kalitesinin yükselmesi için okurun da bir meselesi olması gerekiyor.” diyerek sözlerini sürdürdü. Türkiye Yazarlar Birliği’nin son birkaç senedir dünyanın en büyük on birinci yayıncılık sektörü olması ile ilgili bir büyüklük meselesi olduğunu ve bunun çok sağlıklı olmadığını düşündüğünü söyleyen Karlıtekin konuşmasında temel olarak vurgulamak istediğinin “Biz muadil bilgiyi üretebiliyor muyuz, muadil bilginin üretimini örgütleyebiliyor muyuz, üniversiteyi bilgi üretiminin içine çekebiliyor muyuz?” soruları olduğunu söyledi. Türkiye’de üniversitelerde yazılan tezlerin kitaplaşma sürecine de değinen Karlıtekin “Benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’de cesaretsizlendirilmiş bir akademi var ve akademisyenler ürettikleri bilginin kamusallaşması noktasında hazırladıkları tezlerin kitaba dönüşmesi sürecinde yeniden yazım yükümlülüğünü almakta çekingen davranıyorlar. Bu konuya bir çözüm getirmemiz gerekiyor.” dedi. Ayrıca Türkçeye çevrilen giriş seviyesindeki birçok kitabın Türkiye’deki akademisyenler tarafından yazılabileceğini ancak bunun için üniversite, akademi ve editörlük bağlantısının kurulması gerektiğini söyleyen Karlıtekin “Okur odaklı kamusal bilgiyi yaratabilmenin yolu editörlerin aktif rol aldığı bir süreç izlemek.” dedi.

Panelin üçüncü konuşması Ayşegül Utku Günaydın’ın “Sanat, Zanaat ve Ticaret Üçgeninde Kitap Editörlüğü” başlıklı konuşmasıydı. Günaydın sözlerine “Bugün bu panelin ikiye ayrılması, bir kısmının sadece çeviriye odaklanması, bu panelde de iki sunumun çeviri edebiyatı ağırlıklı olması bize bir şey gösteriyor. Çünkü Türkiye’de yayıncılığın bel kemiğini çeviri yayıncılığı oluşturuyor diyebiliriz. Bu noktada hem bağımsız yayıncılığa bağlanan hem de yayıncılık faaliyetinin merkezindeki temel kurum olan editörlükten söz etmek iyi olabilir diye düşündüm.” diyerek başladı. Tanıl Bora’nın “Yayıncılığın cevheri editörlüktür.” sözünü hatırlatarak konuşmasına devam eden Günaydın “Yurt dışı ile çok büyük farklar olduğunu görüyoruz. Özellikle ABD bağlamında bakarsak bir kere çeviri edebiyatın oranı orada %2-3 civarında, bizde ise bel kemiğini oluşturuyor diyebiliriz. Yine ABD özelinde söylersem seçici editör, yönetici editör, metin geliştirici editör ile metni satır satır çalışan editörün, redaktörün ayrı konumlandırıldığını, görev tanımlarının ayrı olduğunu, editörlük başlığı altında birçok alt dalın olması söz konusu. Bizde ise kitabın seçim aşamasından yayımlanmasına kadar, hatta yayımlandıktan sonra pazarlama stratejilerinin geliştirilmesine, satış raporlarını takip etmek suretiyle katkı sağlanmasına genellikle tek kişinin ilgilendiğini görürüz. Dolayısıyla bizde editörün çok çok önemli bir pozisyonu var.” dedi. İşin sanat, zanaat ve ticaret kısmına ayrı ayrı değinen Günaydın, çevirmen editör ilişkisine de değindi. “Yayıncılıktaki bazı beceriksizlikler yüzünden kimi zaman editör ve çevirmen düşmanlığı olabiliyor. Halbuki ana yöntem metne uygun çevirmenin bulunması. Bu konuda yanlışlıklar yapılıyor. Editör ve çevirmen kol kola olmak zorunda.” dedi. Günaydın, bağımsız yayıncıların okurlar ve nitelikli kitaplar için bir sığınak olduğunu ve iyi yayıncılığın sürdürülebilmesi için de okurun kendini iyi konumlandırması gerektiğini söyleyerek konuşmasını bitirdi.

“Yayıncılık” paneli Barış Özkul’un “Çeviri Yayıncılığı” başlıklı konuşması ile tamamlandı. Özkul konuşmasına “Türkiye’de çeviri nereden nereye geldi, çeviri tarihi neydi ne oldu ne aşamaya geldi? Biraz edebiyat ve düşünce tarihi üzerinden giderek genel bir bilgi vereyim.” sözleriyle başladı. Osmanlı’daki çeviri faaliyetlerinden günümüze kadar çeviri faaliyetleri ile ilgili genel bir çerçeve çizen Özkul, “Osmanlı’da çeviri faaliyetleri 19. yüzyılda önem kazanmıştır, ama bundan önce Fatih döneminde ‘Divan-ı Hümayun Tercümanlığı’ diye bir kurum var. Burada Fenerli Rum aileler yüzyıllarca tercüman olarak istihdam ediliyorlar. Mora İsyanı’nda tercüman Mora beylerine isyanı engellemek için mektup yazacağını taahhüt edip tam aksine isyanı teşvik eden bir şeyler yazdığı için idam ediliyor. Divan-ı Hümayun Tercümanlığı kapatılıp yerine Bâb-ı Âli Tercüme Odası kuruluyor.” dedi. Tanzimat Dönemi edebiyatçılarının ve devlet adamlarının Bâb-ı Âli Tercüme Odasında yetiştiğini vurgulayan Özkul “Bu oda 1833’te Hariciye Nezaretine bağlanmıştır. Bu sırada Osmanlı Devleti Batılılaşma kararı almıştır ve bu kararı bir mecburiyetten ziyade bir devlet politikası olarak hem devlet adamlarına hem de topluma benimsetmek istediği bir proje hâline getirir.” dedi. Barış Özkul 1850’lere gelindiğinde Batı’da klasik olarak tabir edilen eserlerin Osmanlı’da çevrilmeye başladığını ve İsmail Habib Sevük, Âgâh Sırrı Levend, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyat tarihçilerinin, çeviriye edebiyat tarihlerinde epey önemli bir rol verdiğini söyleyen Özkul “Cumhuriyet’te çeviri faaliyeti bakımından en önemli etkinlik Hasan Âli Yücel’in kurduğu tercüme bürosu. 19. yüzyılda görülen çevirmen-aydın profili devam ediyor ve bu çevreye akademisyenlerin de eklendiğini görüyoruz. 27 Mayıs 1960’tan sonra ise Türkiye’de sol yayınlar ciddi bir şekilde çevrilmeye başladı.” dedi. Barış Özkul son zamanlarda Türkiye’nin muhafazakârlaşma döneminden geçtiğini ve çeviri faaliyetlerinin de bundan ister istemez etkilendiğini ifade ederek konuşmasını bitirdi. İlk panel soru cevap kısmının ardından sona erdi.

Sempozyumun “Çeviri” paneli Kaan Kurt’un moderatörlüğünde Emine Ayhan’ın “Türkiye’de Shakespeare Çevirisi ve Editörlüğü” konuşmasıyla başladı. Ayhan “Bu konuşmada söyleyebileceğim şeylerin hepsi genel olarak metinlerin nasıl yorumlandığıyla, çeviri faaliyetinin kendisiyle, yorum faaliyetinin kendisi ile çok alakalı, ama ben bunlar, sadece Shakespeare ile alakalıymış gibi konuşacağım.” diyerek konuşmasına başladı. Shakespeare’i nasıl çevirmeye başladığından bahsederek devam eden Ayhan, “Genel olarak iki başlık üzerinde durmak istiyorum. İlki oyunların tarihselliği ve çeviri ya da editörlük sürecinin bu tarihselliğe nasıl yaklaştığı ile ilgili. İkinci olarak oyunların tiyatro ekonomisine, performans ekonomisine, bu rejime ait oyunlar olması, fakat zaten Shakespeare öldükten sonra metinleştirilmiş olması.” dedi. Shakespeare’in 1700’lerin başlarından itibaren birçok editör tarafından bugünlere kadar kendi dilinde bile sürekli yeni baskılar, yeni edisyonlara konu olduğunu söyleyen Ayhan “Aslında Shakespeare ile ilgili, dönemle ilgili ve onun etrafını kapsayan alanla ilgili birçok çalışma bize diyor ki Shakespeare’i tekrar çevirmek gerekiyor. Bunun sürekli güncellenmesi gerekiyor.” dedi. “Türkçeye çevrilirken bir editoryal faaliyet içinde bu metnin nasıl bir yolculuk geçirdiğini tek tek son notlarla veya sunuşlarla belirtmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.” diyerek sözlerine devam eden Emine Ayhan, çeviri sırasında en çok karşılaştığı eleştiri gibi görünen klişelerden bir tanesinin “Çok yerelleştirmemiş misin?” diğerinin “Çok müstehcen değil mi?” soruları olduğunu söyleyerek konuşmasını bitirdi.

“Çeviri” panelinin ikinci konuşmasını “Yabancı Dillerde Oğuz Atay” başlıklı konuşmasıyla Armağan Ekici yaptı. “Çok sevdiğim bir yazarın yurt dışında nasıl bir macera yaşadığını özetleyeceğim.” diyerek sözlerine başlayan Ekici, bugüne kadar Oğuz Atay’ın kitaplarının Almanca, Fransızca, Hollandaca, İtalyanca, Arnavutça ve Gürcüceye çevrildiğini söyledi. Konuşmasında iki temel şey üzerinde duran Armağan Ekici, “Üzerinde durmak istediğim ilk şey Sevin Seydi’nin çevirisi. Yazar Oğuz Atay’ın yaratılmasında başrol oynamış kişilerden biri Sevin Seydi. Yalnız bu değil, eserinde kullandığı tekniklerle tanıştıran kişi, kitapların ithaf edildiği kişi, kitaplardaki Günseli karakterinin ilham kaynağı, Tehlikeli Oyunlar’da Bilge karakterinin ilham kaynağı, Tutunamayanlar’ın ilk baskısında papatyalı kapağı çizen kişi de Sevin Seydi. Ayrıca Oğuz Atay, kitabı yazarken 68-69’da aynı odada yanında oturup Oğuz Atay’ın daktilosundan çıkan sayfayı çevirmeye başlayan kişi de Sevin Seydi.” dedi. Sevin Seydi’nin çevirisinden örnekler vererek konuşmasına devam eden Ekici, Fulya Peker’in çevirisi üzerinde de durdu. “Üzerinde duracağım ikinci şey Fulya Peker’in çıkıp çıkmayacağı belli olmayan ‘Korkuyu Beklerken’ çevirisi. Oğuz Atay’ı çok iyi anlayan ve Oğuz Atay’ın tam ne dediğini aktarmak hedefli bir metin. Oğuz Atay’ın Türkiye’de yaşadığı ilk on yıllık bahtsızlığı şimdi de çeviri dünyasında İngilizce çeviride ve teknik nedenlerle yaşanıyor.” diyen Armağan Ekici, Fulya Peker’in çevirisinin yayımlanması için yaratıcı çözümlerle engellerin kaldırılmasını gerektiğini vurgulayarak konuşmasını bitirdi.

“Çeviri” paneli Murat Erşen’in “Felsefe ve Çevrilemezlik: Çeviriye Övgü” başlıklı konuşmasıyla devam etti. Türkiye’de çeviri kitapların her yıl basılan kitaplara oranının %50 olduğunu söyleyerek söze başlayan Erşen, bu durumun bazı anlamları olduğundan bahsetti; “Birincisi çevrilemezliğe bir meydan okuma olarak görülüyor. Diğeri de bu kadar çok çeviri yapabilecek insan var mı gerçekten, bunları redakte edebilecek insan var mı ya da bu kadar çok üretimi, bu arzı karşılayabilecek bir talep, bir okur var mı?” dedi. Çevirinin esasen beklenen kitapların değil de bilinmeyen, yabancı olan, haberimizin olmadığı kitapların çevrilmesinde, yayımlanmasında önemli olduğunu söyleyen Murat Erşen “Çeviriye Övgü derken söylemek istediğim çeviri vasıtasıyla dilin olanakları ve anlam dünyasının genişlemesidir.” dedi. Murat Erşen, “Felsefeyi öğrenmek ya da felsefe yapmak düşünürleri kronolojik olarak takip etmekten ziyade bir kavram takibi. Felsefe temelde kavram etrafında gelişen bir şey. Peki çevrilemezlikten kasıt ne? Hiçbir dil birbirine tam tekabül edecek yapılara sahip değil. Kastedilen şey çeviride problemlerin ortaya çıkması, yoksa her şey çevrilebilir.” dedi.

“Çeviri” panelinin son konuşmasını “Türkçesini Söyle(me)mek Düşünce Dünyamızı Nasıl Etkiliyor?” başlıklı konuşmasıyla Elif Okan Gezmiş yaptı. “Türkçenin İngilizce, Almanca ya da başka bir dilde üretilen bir bilgiyi anlamakta ya da aktarmakta yetersiz olduğunu düşünmüyorum.” diyen Elif Okan Gezmiş psikolojinin bir bilim hâline gelme sürecinden bahsetti. “Türkiye’de pozitif psikiyatrinin gelişmesine çok daha ağırlık veriliyor. Dolayısıyla psikanalizin Türkiye’ye gelmesi, kurumsallaşması çok çok gecikiyor.” diyerek devam eden Gezmiş, “Cumhuriyet’in ilk yıllarında psikanalizin de içinde bulunduğu psikoloji çalışmaları fena durumda değil. Dil Devrimi’nin psikolojide epey bir etkisi olmuş. En önemli meyvelerinden biri TDK’nin çağrısıyla hazırlanan ‘Ruhbilim Terimleri Sözlüğü’. Psikolojinin pek çok alanındaki kavrama Türkçe karşılıklar önerilmiş.” dedi. “Anlattığımız şey insan, insanın yüzlerce, binlerce yıllık ortak deneyimleriyken biz neden günlük dilden bunlara karşılık gelecek sözleri bulup çıkaramıyoruz?” sorusunu soran Gezmiş, psikoloji tarihindeki kuramcıların terimleri nasıl seçtiğinden bahsederek konuşmasını sürdürdü ve “Psikoloji bilgisini Türkçenin içine katmaya, Türkçeleştirmeye ihtiyacımız var. Çünkü ancak bu şekilde düşünce dünyamızın bir parçası hâline gelebileceğini ve yerel bilgiyi bu sayede üretilebileceğimizi düşünüyorum.” dedi.

İkinci panelin ardından yapılan soru-cevap kısmından sonra Samsun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Aydın teşekkür konuşması yaptı. Prof. Dr. Mahmut Aydın “Türkiye’nin çok saygın yayınevlerinde çalışan, kültürel ufkumuzu genişleten kitapları özenle hazırlayan yayıncılara; birçok çetin metni meşakkatli bir sürecin sonunda dilimizde yorumlayan çevirmenlerimize üniversitemizin tertiplediği bu programa katıldıkları için şükranlarımı sunuyorum. Çeviri ve yayıncılık konusunda belirli aralıklarla programlarımız sürecek. Sizleri Samsun’da ağırlamaktan ayrıca mutlu olacağız.” dedi. Teşekkür konuşmasının ardından “Metnin Uğrakları: Yayıncılık ve Çeviri” başlıklı sempozyum sona erdi.

 

 

 

 

Öğrenci Destek Hattı